Liz Marshall ağırlıklı olarak toplum
ve çevre meselelerini sinematik bir dille aktaran ve pek çok ödül kazanmış bir
yönetmen, yapımcı ve yazar. Liz Marshall ayrıca epey üretken bir belgeselci: 1990’lardan
bu yana dünyanın çok farklı yerlerinde, hayvan hakları; su hakkı; Afrika’da HIV/AIDS;
sömürüye dayalı emek; küresel şirketler; cinsiyet; sansür baskısına uğrayan
gazeteci ve yazarlar ile savaşın çocuklar üzerindeki etkilerine dek çok çeşitli
konularda çektiği tam 11 belgesel var. Marshall’ın 2013 tarihli son belgesel filmi ise The
Ghost in Our Machine (“Çarklardaki
Hayalet” diye çevirmek belki daha yerinde olacaktır). Belgesel hem modern
dünyanın çarkları içinde yaşayan hem de bu çarklardan kurtarılmış bazı
hayvanların yaşamlarını konu alıyor. İnsan olmayan hayvanlardan oluşan belgesel
karakterleri başarılı fotoğrafçı Jo-Anne McArthur’un yüreği ve lensiyle izleyiciye
oldukça yakın bir temas yaşatıyor. Aşağıda belgeselin yönetmeniyle yapılan ve 14
Kasım 2013’te Vegan Publishers sitesinde yayınlanan söyleşinin çevirisini okuyabilirsiniz.
Vegan Publisher: The Ghost in Our
Machine son derece güçlü bir film. Bize bu filmin yapılış öyküsünden biraz
bahseder misiniz?
Liz Marshall: The Ghost in Our
Machine’in yapım süreci kişisel deneyimlerle, araştırma safhasıyla, ve konuyla
ilgili filmler izleyip kitaplar okuyarak geçen oldukça uzun bir zamana yayıldı diyebilirim.
Fakat bu filmi yapmamdaki asıl neden hayat arkadaşım Lorena Elke oldu; hayvan
hakları konusunda gözlerimi açtı ve bu meseleler üzerine bir film yapmam için
beni yüreklendirdi. 2010 yılında son filmim Water on the Table da tamamlandıktan sonra oturup hikâyeyi ve içerdiği mesajı nasıl
sunacağımla ilgili bir bakış açısı geliştirmeye karar verdim. Jo-Anne Macarthur
filmin ana karakteri olmayı kabul ettiği zaman ise meseleyi insani bir yönden
ele alma sezgim somutlaştı. Kavramsal bir açıdan başlangıç noktamı da yine onun
çektiği fotoğraflar oluşturdu. Keşif yolculuğu işte o andan itibaren başladı ve
tabii çok daha derin bir yolculuktu bu. Ele aldığım bu konuda çok fazla katman
ve kesişim noktaları vardı ve beni en çok kendine çeken ve çekmeye de devam
eden bu oldu.
VP: Sömürülen ve kötü muamele
gören hayvanları fotoğraflayan bir fotoğrafçının deneyimlerini yakalamakta
zorlandığınız oldu mu?
LM: Belgeselde yer alan
hayvanlarla Jo-Anne McArthur’un duyguları ve lensi aracılığıyla tanışmam, bir
yönetmen olarak böylesi çetin bir meseleye sezgilerim yoluyla bakmamı sağladı.
Jo, mesafeli olmayan, umut dolu, yetenekli biri ve onun imgelerinde her şey ortada
ve izleyiciyi filmin içine çeken de yine o. İşin asıl zor kısmı çektiğimiz 180
saatten fazla görüntüyü kısaltarak 92 dakikalık bir film haline dönüştürmek ve daha
geniş bir izleyici kesimine ulaşmak için tanık olduğumuz çarklardaki yaşamlar
ile hayvan bilincinin özünü ifade edebilmek arasında bir denge tutturmak oldu.
VP: Bu filmle ulaşmak istediğiniz
belirli bir kitle var mı?
LM: The Ghosts in Our Machine hayvanlara değer veren, saygı duyan, onları seven ya da bu konulara
meraklı olan herkese hitap ediyor. Şöyle söyleyeyim, bu film çoğunluk için.
VP: Esaret altında olan hayvanlar
ile kurtarılmış hayvanların görüntülerini birarada kullanma kararınızdan
bahseder misiniz?
LM: Yapısal anlamda bir gelgit
etkisi yaratmak, izleyiciyi bir yolculuğa çıkarmak önemliydi, fakat aynı
zamanda hayvan bilincini yansıtabilmek ve dünyada bazı güzel şeylerin de
yapıldığını göstermek adına filmde rahatlatıcı anlar, bir güzellik ve büyü de
olmalıydı. The Farm Sanctuary (esaretten kurtarılmış çiftlik hayvanlarının
barındığı ve bakıldığı bir sığınak, ç.n.) sahnelerinin rolü çok önemliydi; o
sahneler bize neyin mümkün olduğunu, hayvanların kendilerine özgü duygu ve
hikâyeleriyle birer kişilik sahibi olduklarını gösteriyor. Sıradan kent
yaşamından tutun, Avrupa’daki kürk çiftlikleri ile kamyonlar içinde mezbahalara
taşınan domuzlara dek, tüketim odaklı modern dünyanın işleyiş biçimini
yansıtmak, film boyunca “çarklar”ın nasıl döndüğünü daha iyi ifade edebilmemizi
sağladı. Tek bir “alan”a odaklanmak bir işe yaramayacaktı; hem karşıtlığa hem
de dengeye ihtiyacımız vardı.
VP:
The Ghost in Our Machine ana mesajını vermek için sert ve çarpıcı
görüntüler kullanmak yerine, bağlantıyı bizzat izleyicinin kurmasına güveniyor
gibi.
LM:
Filmin amacı, insan bir anlatıcı –bir kadın kahraman– aracılığıyla ortaya temel
ahlaki sorular atmak ve izleyicinin bizzat kafa yormasını ve derinlemesine
düşünmesini sağlamak. The Ghost in Our Machine herkesi hayaletleri görmeye ve bir
farkındalık oluşturmaya çağırıyor. Elbette bunu yapmanın pek çok farklı yolu
var. Biz izleyiciyi bunaltmak veya bir şeyleri dikte etmek istemedik. Biz bu
filmin saatlerce, günlerce ve umarım çok daha fazla bir zaman sürecek bir
deneyim olmasını istedik.
VP:
The Ghost in Our Machine ‘in nasıl
bir etki yarattığını görmek isterdiniz?
LM:
Bizim ilk hedefimiz filmin geniş bir izleyici kitlesine ulaşması. Değişim ise, alttan
vuran bir dalga etkisi gibidir. Hayvanlar için her birimiz, her gün bir fark
yaratabiliriz. İşin aslı şu ki, değişim tamamen bizim elimizde ve en büyük umudumuz
da izleyicilerin bunu hayata geçirebilmeleri.
Kaynak:
http://www.veganpublishers.com/liz-marshall-the-ghosts-in-our-machine/
The Ghosts in Our Machine resmi sitesi: http://www.theghostsinourmachine.com/
The Ghosts in Our Machine resmi sitesi: http://www.theghostsinourmachine.com/
Çeviri:
veganist