resim

15 Şubat 2014

"The Ghosts in Our Machine" Adlı Belgeselin Yönetmeni Liz Marshall ile Söyleşi

Liz Marshall ağırlıklı olarak toplum ve çevre meselelerini sinematik bir dille aktaran ve pek çok ödül kazanmış bir yönetmen, yapımcı ve yazar. Liz Marshall ayrıca epey üretken bir belgeselci: 1990’lardan bu yana dünyanın çok farklı yerlerinde, hayvan hakları; su hakkı; Afrika’da HIV/AIDS; sömürüye dayalı emek; küresel şirketler; cinsiyet; sansür baskısına uğrayan gazeteci ve yazarlar ile savaşın çocuklar üzerindeki etkilerine dek çok çeşitli konularda çektiği tam 11 belgesel var. Marshall’ın 2013 tarihli son belgesel filmi ise The Ghost in Our Machine (“Çarklardaki Hayalet” diye çevirmek belki daha yerinde olacaktır). Belgesel hem modern dünyanın çarkları içinde yaşayan hem de bu çarklardan kurtarılmış bazı hayvanların yaşamlarını konu alıyor. İnsan olmayan hayvanlardan oluşan belgesel karakterleri başarılı fotoğrafçı Jo-Anne McArthur’un yüreği ve lensiyle izleyiciye oldukça yakın bir temas yaşatıyor.  Aşağıda belgeselin yönetmeniyle yapılan ve 14 Kasım 2013’te Vegan Publishers sitesinde yayınlanan söyleşinin çevirisini okuyabilirsiniz.



          




Vegan Publisher: The Ghost in Our Machine son derece güçlü bir film. Bize bu filmin yapılış öyküsünden biraz bahseder misiniz?
Liz Marshall: The Ghost in Our Machine’in yapım süreci kişisel deneyimlerle, araştırma safhasıyla, ve konuyla ilgili filmler izleyip kitaplar okuyarak geçen oldukça uzun bir zamana yayıldı diyebilirim. Fakat bu filmi yapmamdaki asıl neden hayat arkadaşım Lorena Elke oldu; hayvan hakları konusunda gözlerimi açtı ve bu meseleler üzerine bir film yapmam için beni yüreklendirdi. 2010 yılında son filmim Water on the Table da tamamlandıktan sonra oturup hikâyeyi ve içerdiği mesajı nasıl sunacağımla ilgili bir bakış açısı geliştirmeye karar verdim. Jo-Anne Macarthur filmin ana karakteri olmayı kabul ettiği zaman ise meseleyi insani bir yönden ele alma sezgim somutlaştı. Kavramsal bir açıdan başlangıç noktamı da yine onun çektiği fotoğraflar oluşturdu. Keşif yolculuğu işte o andan itibaren başladı ve tabii çok daha derin bir yolculuktu bu. Ele aldığım bu konuda çok fazla katman ve kesişim noktaları vardı ve beni en çok kendine çeken ve çekmeye de devam eden bu oldu.





VP: Sömürülen ve kötü muamele gören hayvanları fotoğraflayan bir fotoğrafçının deneyimlerini yakalamakta zorlandığınız oldu mu?
LM: Belgeselde yer alan hayvanlarla Jo-Anne McArthur’un duyguları ve lensi aracılığıyla tanışmam, bir yönetmen olarak böylesi çetin bir meseleye sezgilerim yoluyla bakmamı sağladı. Jo, mesafeli olmayan, umut dolu, yetenekli biri ve onun imgelerinde her şey ortada ve izleyiciyi filmin içine çeken de yine o. İşin asıl zor kısmı çektiğimiz 180 saatten fazla görüntüyü kısaltarak 92 dakikalık bir film haline dönüştürmek ve daha geniş bir izleyici kesimine ulaşmak için tanık olduğumuz çarklardaki yaşamlar ile hayvan bilincinin özünü ifade edebilmek arasında bir denge tutturmak oldu.

VP: Bu filmle ulaşmak istediğiniz belirli bir kitle var mı?
LM: The Ghosts in Our Machine hayvanlara değer veren, saygı duyan, onları seven ya da bu konulara meraklı olan herkese hitap ediyor. Şöyle söyleyeyim, bu film çoğunluk için.

VP: Esaret altında olan hayvanlar ile kurtarılmış hayvanların görüntülerini birarada kullanma kararınızdan bahseder misiniz? 
LM: Yapısal anlamda bir gelgit etkisi yaratmak, izleyiciyi bir yolculuğa çıkarmak önemliydi, fakat aynı zamanda hayvan bilincini yansıtabilmek ve dünyada bazı güzel şeylerin de yapıldığını göstermek adına filmde rahatlatıcı anlar, bir güzellik ve büyü de olmalıydı. The Farm Sanctuary (esaretten kurtarılmış çiftlik hayvanlarının barındığı ve bakıldığı bir sığınak, ç.n.) sahnelerinin rolü çok önemliydi; o sahneler bize neyin mümkün olduğunu, hayvanların kendilerine özgü duygu ve hikâyeleriyle birer kişilik sahibi olduklarını gösteriyor. Sıradan kent yaşamından tutun, Avrupa’daki kürk çiftlikleri ile kamyonlar içinde mezbahalara taşınan domuzlara dek, tüketim odaklı modern dünyanın işleyiş biçimini yansıtmak, film boyunca “çarklar”ın nasıl döndüğünü daha iyi ifade edebilmemizi sağladı. Tek bir “alan”a odaklanmak bir işe yaramayacaktı; hem karşıtlığa hem de dengeye ihtiyacımız vardı.






VP: The Ghost in Our Machine  ana mesajını vermek için sert ve çarpıcı görüntüler kullanmak yerine, bağlantıyı bizzat izleyicinin kurmasına güveniyor gibi.
LM: Filmin amacı, insan bir anlatıcı –bir kadın kahraman– aracılığıyla ortaya temel ahlaki sorular atmak ve izleyicinin bizzat kafa yormasını ve derinlemesine düşünmesini  sağlamak. The Ghost in Our Machine  herkesi hayaletleri görmeye ve bir farkındalık oluşturmaya çağırıyor. Elbette bunu yapmanın pek çok farklı yolu var. Biz izleyiciyi bunaltmak veya bir şeyleri dikte etmek istemedik. Biz bu filmin saatlerce, günlerce ve umarım çok daha fazla bir zaman sürecek bir deneyim olmasını istedik.

VP: The Ghost in Our Machine ‘in nasıl bir etki yarattığını görmek isterdiniz?
LM: Bizim ilk hedefimiz filmin geniş bir izleyici kitlesine ulaşması. Değişim ise, alttan vuran bir dalga etkisi gibidir. Hayvanlar için her birimiz, her gün bir fark yaratabiliriz. İşin aslı şu ki, değişim tamamen bizim elimizde ve en büyük umudumuz da izleyicilerin bunu hayata geçirebilmeleri.


 

Kaynak:
Çeviri: veganist



AddThis