Bundan birkaç yıl önce kırsal bir bölgeye yerleştim. Burada
av sezonu geldiği zaman her şafak vakti silah sesleriyle uyanıyorum; hatta
bazen silah sesleri o kadar yakından geliyor ki korku içinde yataktan
fırlıyorum. Uyku sersemliği içinde, savaşın acılarını bizzat yaşayan insanların
halini düşünüyorum; yalnızca silah sesiyle değil, kalıcılaşmış bir askeri
mevcudiyetle birarada yaşamaya çalışan, kendilerini ve sevdiklerini patlayan
bombalardan korumak zorunda olan ve insansız hava uçakları nedeniyle sürekli
tedirginlik içinde yaşayan halkları düşünüyorum. Böylesi şartlar altında
yaşamak kesinlikle korkunç olmalı. Ve elbette insanların yaşadığı bu acıları ve
ıstırapları düşünürken hayvanların çektiklerini gözardı etmek, taraf tutan rasyonellikten
uzak bir tutum olduğundan, silah seslerini duyduğumda avcıların hedef aldığı
kuşları ve diğer hayvanları da düşünüyorum.
Bizim dışımızdaki hayvanlar da yaralandıklarında acı çeker;
sosyal hayvanlar ise sevdiklerinin yaralandıklarını veya öldüklerini
gördüklerinde büyük üzüntü yaşarlar. Sosyal grup dinamikleri alt üst olur.
Vurulan bir anne dehşete kapılıp kaçarken yavrularını ardında bırakır;
liderleri öldürülen kuş sürüleri yönlerini bulmakta zorluk çekebilirler. Avcılar
silahlarını ateşlediklerinde hedefin sosyal statüsünü çoğu zaman bilmezler;
dolayısıyla kurbanlarının aile veya grup üyelerine nasıl bir zarar verdiklerini
de bilmezler.
Laboratuvar ve fabrika çiftliklerindeki hayvanlara yaşatılan
acı, sıkıntı ve dehşet ise bundan çok daha kötüdür. Bilimsel araştırmalarda
kullanılan sıçanlar, fareler, kuşlar, tavşanlar, kediler, köpekler ve primatlar
ile, kesilip yenmek için yetiştirilen inekler, tavuklar, domuzlar, hindiler ve
kuzuların her günü, en iyi şartlar altında sıkıntı içinde en kötü şartlar
altında ise işkence ve eziyet görerek başkalarının kontrolü altında geçer. Hayvan
hakları savucuları da diğer hayvanlara yaşatılan bu dehşeti ve acıyı
sonlandırmak için toplumsal bir değişim yaratmaya çalışırlar. Ne var ki
yaşatılan bu acılara karşı seslerini yükseltenler son dönemlerde terörist olarak
damgalanmaya başladı. Hatta federal yasalar bile bu görüşü desteklemekte. Animal Enterprise Terrorism Act (Ticari Hayvan
Teşebbüsleri Terörizm Yasası, AETA) uyarınca hayvanları kullanan işletmeler
2006’dan itibaren farklı bir korumaya alındılar. Hayvanlar adına şimdiye dek yapılan
doğrudan-eylem gösterilerinde insanlara herhangi bir zarar verilmediği halde,
bu tür gösterilere katılanlar artık “terörist” olarak etiketleniyorlar.
Hayvan hakları savunucuları elbette zaman zaman taşkın
denebilecek yöntemlere başvurabilirler –kürk giymektense çıplak gezmek ya da
bir kasabın önünde vücutlarını kanlı plastikle sarmalamak gibi. Gösterilerin
bazıları eğlenceliyken kimileri rahatsızlık verici olabiliyor ve ara sıra da söz
konusu ticaretin normal seyrini sekteye uğratabiliyor. Hayvanlar üzerinde deney
yapan veya hayvanları gıda ya da kürkleri için üreten şirketlere maddi zarar verme
amacı güden gösteriler artık yukarıda bahsi geçen yasa çerçevesinde
değerlendiriliyor. Bu yasa salt bir mülke maddi zarar verilmesini değil (ki
aynı zamanda vandallık yasaları altına da giriyor) eyleme geçilmeyen halleri
bile zarar verme amacı taşıyor diyerek suç kapsamına alıyor. Aynı zamanda
tehdit, mülke izinsiz girme, taciz veya gözdağı verme gibi durumlar içeren
gösteriler de bu yasaya göre suç. Eylemciler hayvanlar üzerinde deney
yapanların evleri önünde yalnızca slogan atıp broşür dağıttıkları ve hatta bu
kişilerle ilgili internetten bilgi topladıkları veya gösteriyi duyurdukları
için bile bu yasaya dayanılarak tutuklanıyor ve mülke izinsiz girme suçuyla hapse
atılıyorlar.
Buradaki temel soru ise şu: Aslında ifade özgürlüğü
çerçevesinde korunması gereken bu eylemlerin çoğu neden terörizm olarak damgalanıyor?
Bugün terörün farklı tanımları var ve çoğu da epey tartışmalı. Tanımlamaların
çoğunda “korku ve gözdağı verme” ifadeleri yer alıyor ancak salt birilerine
korku vermek kişiyi terörist yapmaz. Beni korku içinde yatağımdan sıçratan ve
kurbanlarının ailelerini dehşet içinde bırakan avcılara kimse terörist demiyor.
Eski kız arkadaşını belki de koruma altındayken bile taciz etmeye devam eden
bir erkek terörist olarak görülmüyor. İnsanlar kanunları çiğniyor olabilirler
ki bazı hayvan aktivistleri haneye tecavüz eder, mala zarar verir veya çalar.
(Kurtarılan hayvanlar yasalara göre mülk statüsündedirler.) Bunlar zaten suç
teşkil eden eylemlerdir; bu eylemlere veya eylem şüphesine ayrıca terör suçu
eklemek, ifade özgürlüğünü sansürlemek veya ortadan kaldırmak, bazı çıkar çevrelerini
rahatsız eden sosyal iletişimi engelleme amacı taşımaktadır. Bir demokraside bu
tür kanunlara karşı çıkılması gerekir. Hayvanlara yaşatılan acılara dikkat
çeken eylemleri suç olarak tanımlamak politik düşüncelerin ifade özgürlüğü
bağlamında tüyler ürpertici bir etki yaratmaktadır.
The Center for Constitutional Rights (Anayasal Haklar
Merkezi) AETA’nın hukuki geçerliliğini sorgulamış ve gösteri, boykot, grev
gözcülüğü ve bilgi yayma gibi anayasa koruması altında olan eylemleri suç
olarak değerlendirmesine itiraz etmiştir. Beş kıdemli hayvan aktivisti de bu yasaya
karşı dava açmıştır. Hepsi de AETA’nın eylemlerine zarar verdiğini ileri sürmüştür.
Bu yasa, milyarlarca hayvan üzerinde uygulanmaya devam eden sömürü ve dehşeti
protesto etmek için örgütlenen diğer pek çok eylemciyi sessiz bir tedirginlik
içine sürüklemiştir.
Filozof John Stuart Mill ifade özgürlüğünün değerinden ilk
kez bahsettiği klasik eseri “On Liberty”de (Özgürlük Üzerine) toplumsal
hataların –bunlar çoğunluğa göre sorun teşkil etmeyen hatalar da olabilir– giderilmesi
bakımından ne kadar hayati bir rolü olduğunun altını çizer. Toplumsal inançlar
ve uygulamalar mutlak değillerdir ve toplumsal adalete ulaşmak için çoğunluğun
değişebilmesini sağlayacak ortak bir akıl yaratmada cesur bir azınlığın
düzenlediği protestolar vazgeçilmezdir. Acıyı ve dehşeti ortadan kaldırmanın
yollarına dair ciddi tartışmaların önünü açan toplumsal eylemleri suç olarak değerlendirmek
ve terörizm olarak damgalamak, sağlıklı bir demokrasi için şart olan değerlerle
asla bağdaşamaz.
Yazar hakkında:
Lori Gruen Wesleyan University’de Feminizm, Cinsiyet Araştırmaları
ve Çevre Araştırmaları konularında felsefe dersleri veren bir profesördür. Aynı
zamanda Wesleyan Animal Studies’in koordinasyonundan sorumlu olan Lori Gruen “Ethics and Animals” başlıklı bir kitap kaleme almıştır.
Çeviri: veganist