resim

09 Mayıs 2014

Sosyalistler ve Hayvan Özgürlüğü

Socialists and Animal Rights başlıklı kitabın yazarı Jon Hochschartner’in SocialistWorker.org’a gönderdiği 25 Temmuz 2013 tarihli mektubu:

Günümüzde vejetaryen veya vegan olmak, hükümetlerin hayvan hakları aktivistlerine her koldan uyguladığı onca baskıya karşın hiç olmadığı kadar kolay bir şey. Küçük kasabalardan tutun da, New York’un merkezine kadar aklınıza gelen her yerde hayvansal ürün içermeyen çok çeşitli yiyeceğe ulaşmak mümkün. Harris Interactive Poll’un tespitine göre ülkede (ABD’de) vegan kişi sayısı 2009-2011 arasında iki katına çıkmış ve hızla artmaya devam ediyor. Oysa sosyalist sol, hayvan kullanımı/evcilleştirilmesi [domestication] meselesine eğilenlere karşı ketum ve düşmanca tutumundan hâlâ vazgeçmiş değil.

Bu, oldukça eskiye dayanan bir düşmanlık. Dr. Steve Best’in de vurguladığı gibi, Karl Marx ile Frederick Engels “hayvan hakları savunucuları, vejetaryenler ve dirikesim karşıtlarının tümünü, bağış toplayanlar, ölçülülük fanatikleri ve naif reformculardan oluşan bir küçük burjuva kategorisine tıkmıştır.” Leon Troçki de devrimci şiddete karşı çıkanlardan yakınmış ve ideolojilerini küçümsemek için şu sözleri kullanmıştı: “vejetaryen-Tarikatçı zırvalığı”.


Durum günümüzde de bundan çok farklı değil. Normalde saygı duyduğum bir yazar olan Paul D’Amato’nun SocialistWorker.org’daki köşesinde hayvan meselesi üzerine yazdıkları neredeyse cahilce bir trollük örneği: “Bir geyiği öldüren dağ aslanının türdeşleri tarafından yargılanma hakkı var mı peki?” gibi saçma bir soru ardından bir başka saçma soru daha sormuş: “İneklerin de inanç, ifade ve toplanma özgürlüğü olmalı mı?” D’Amato elbette bunları bıyık altından gülerek söylediğini belirtiyor belirtmesine ama “haklı bir tarafı da yok değil” demeyi de ihmal etmiyor. Devamında Adolf Hitler’in hayvanları koruma girişimlerinden dem vurup, hayvan hakları aktivistlerinin gizli birer Nazi olduğu iması da veriyor.

Mülkiyet ile Hayvanlar Arasındaki İlişkiye Dair



Hayvanlar doğrudan sahiplerinin mülkü olmaları nedeniyle, köle-olmayan insan işçilerden daha farklı bir varoluş durumuna sahiptirler. İnsan bir işçi ücret karşılığı çalışırken, üretim sürecinde yer alan bir hayvan, varoluşunu devam ettirebilme imkânı dışında herhangi anlamlı bir karşılık almaz. Bunun yerine bir hayvana doğrudan sahip olunur ve üretim çarklarını döndüren bir dişli parçası muamelesi yapılır. Hayvanlar aslında meta üretiminde ve buna bağlı olarak kâr amacıyla kullanılan hissedebilir, canlı makinelerdir. Onlar, üretim yapmak amacıyla satın alınan özel mülkiyetlerin çatısı altında yürütülen sistemin bir parçasıdırlar –insanlar için metalar, üreticiler içinse kâr getirmek üzere tasarlanmış karmaşık bir yapının girdilerinden biri gibi.

İşte tüm bu sistem –en azından kendi ölçeği bazında– özel mülkiyet olmaksızın var olamaz. Çağdaş ziraat pratiklerine baktığımızda, özel mülkiyetin insan emeğini sömürme biçimleriyle hayvan emeğini sömürme biçimleri arasında büyük benzerlikler olduğunu görüyoruz. Ne var ki bir hayvanın durumu, işçi sınıfından gelen ortalama bir insanla karşılaştırıldığında, çok daha vahim. Hayvanların günün sonunda dönebilecekleri bir evleri olmaz ve üretim yaptıkları mekânları terk etme seçenekleri yoktur. Doğrudan sahiplerine ait olan hayvanlar, insan üretiminin köleleridirler –daha çok özel mülkiyet yaratmak için kullanılan özel mülkiyetler.

Ücretli üretim sistemi içinde olan insanların durumunda, ürettikleri şeyin belli bir yüzdesine mal sahibi tarafından el konulur ki bu da bizi Proudhon’un (Pierre-Joseph) mülkiyetin hırsızlık olduğuna dair düşüncesine götürüyor. Öte yandan hayvanların ürettiklerinin tamamı mal sahibine gider ve burada asıl amaç maksimum kâr elde edebilmektir. Bu süreçte hayvanların bireysellikleri, duyarlıkları ve biyolojik ihtiyaçları tamamen üretim ve kâr çerçevesinde değerlendirilir.

08 Mayıs 2014

Center for Biological Diversity Türlerin Tükenmesini Beslenme Biçimimize Bağlıyor


ABD’nin önde gelen çevreci örgütleri, iş veganizmi desteklemeye geldiğinde neredeyse koşulsuz bir biçimde bunu yapmayı reddediyorlar. Bu yalnızca insanı deli eden bir tavır değil, ama hayvan tüketiminin azaltılmasının çevre üzerinde olumlu ve tartışmasız bir etkisi olduğu gerçeği düşünüldüğünde ironik de. Konuyla ilgili kendi girişimlerimle çevreci gruplarla birlikte çalışmak için attığım adımlar sonucunda karşılaştığım ve bu ihmalkârlıklarının başlıca nedeni olan körlükleri beni şaşkına çevirdi. Elbette ilk kez değil.

Yıllar önce 350.org adlı bir organizasyona, sera gazı emisyonunu azaltmak adına çok daha kolay uygulanabilir bir yöntem olarak veganizmi resmi olarak desteklemeyi düşünüp düşünmediklerini sormuştum. Verdikleri yanıt buna pek sıcak bakmadıkları oldu. Bana göre buna pek sıcak bakmamalarının esas nedeni çevreyi önemseyen fakat grubun karbon emisyonunu 350 ppm’ye düşürülmesi yolundaki hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olmak için hayvanları yemekten vazgeçmeleri gerektiğinin söylenmesini istemeyen bağışçılarını kaybetme endişeleriydi. Bu gerçekçi olmaz demişlerdi, ki insan ve doğa arasındaki ilişkiyi yeniden yapılandırma amacı güden bir örgütün bu tavrı oldukça tuhaf. Çevreciler et tüketimi mevzusuyla ilgili genellikle şöyle bir çözüm önerirler: Eğer et tüketecekseniz bunu yeryüzünün doğal dengesini ve düzenini bozmayacak yöntemler kullanarak yapmalısınız. Yaban domuzlarının sayısı normalden fazla mı, öldürün ve yiyin. Deniz anaları aşırı mı ürüyor, öldürün. Böylesi bir etik anlayışın kendi içinde bir mantığı varmış gibi görünse de, bence asıl gerçekçi olmayan tavır tam da bu. Çünkü hayvanların yaşam haklarını hiç hesaba katmayan bu etik anlayışın mantığına göre hareket edersek, o zaman aşırı çoğalan insanları da öldürmemiz gerekmez mi?




Tüm bunlara karşın çevreci örgütler arasında en azından bir tanesinin –The Center for Biological Diversity–  bu et tüketimi meselesine dobra ve samimi bir kampanyayla yaklaşmasını görmek güzel. "Take Extinction Off Your Plate" sloganıyla et tüketiminin azaltılması çağrısı yapan örgütün doğru yönde attığı bu adımı izlemek ve desteklemek gerektiğini düşünüyorum. 


Yazar: James McWilliams
Çeviri: veganist
Kaynak: http://james-mcwilliams.com/?p=5059



07 Mayıs 2014

Fabrika Çiftliklerinde Neden Canlı Yayın Kamerası Yok?




Hayvancılık endüstrisi ferah ve geniş kafesler içinde mutlulukla kanatlarını çırpan tavuklar, neşe içinde sağılmadan önce öğle güneşinin altında tembel tembel gezinen inekler ile çamurda yuvarlanıp oynayan domuzların olduğu bir resim çizmeye çalışıyor bize durmadan. Buna karşın fabrika çiftliklerindeki hayvanların ne kadar şahane bir hayatları olduğunu bize birebir gösterme fırsatını bir türlü kullanmamış olmaları doğrusu çok şaşırtıcı.

Çiftçiler madem hayvanların kötü muamele gördükleri iddiasını kabul etmiyorlar, o zaman tüm dünyaya onların nasıl mutlu bir yaşam sürdüklerini kanıtlamanın en basit yolunu neden kullanmıyorlar; neden bir canlı yayın kamerası yerleştirip bu tesislerde gerçekten neler olup bittiğini herkesle paylaşmıyorlar? Madem hayvanlara çok güzel bakıyor ve bundan gurur duyuyorsunuz, o halde itibarınızı da esas olarak saklayacak hiçbir şeyinizin olmadığı iddianıza dayandırmanız gerekmez mi? İnsanlar oyunlar oynayan şirin hayvanlar görmeye bayıldığına göre, bu çiftçiler için çifte kazanç anlamına da gelirdi hem. Ancak sorun şu ki, fabrika çiftliklerinin bizi dışarıda tutmak istemesinin bir nedeni var, ve bu öylesine korkunç bir neden ki en etçil insanın bile vegan olmak istemesine neden olabilir!

03 Mayıs 2014

İfade Özgürlüğünü Terör Suçu Olarak Görmek / Lori Gruen























Bundan birkaç yıl önce kırsal bir bölgeye yerleştim. Burada av sezonu geldiği zaman her şafak vakti silah sesleriyle uyanıyorum; hatta bazen silah sesleri o kadar yakından geliyor ki korku içinde yataktan fırlıyorum. Uyku sersemliği içinde, savaşın acılarını bizzat yaşayan insanların halini düşünüyorum; yalnızca silah sesiyle değil, kalıcılaşmış bir askeri mevcudiyetle birarada yaşamaya çalışan, kendilerini ve sevdiklerini patlayan bombalardan korumak zorunda olan ve insansız hava uçakları nedeniyle sürekli tedirginlik içinde yaşayan halkları düşünüyorum. Böylesi şartlar altında yaşamak kesinlikle korkunç olmalı. Ve elbette insanların yaşadığı bu acıları ve ıstırapları düşünürken hayvanların çektiklerini gözardı etmek, taraf tutan rasyonellikten uzak bir tutum olduğundan, silah seslerini duyduğumda avcıların hedef aldığı kuşları ve diğer hayvanları da düşünüyorum.

Bizim dışımızdaki hayvanlar da yaralandıklarında acı çeker; sosyal hayvanlar ise sevdiklerinin yaralandıklarını veya öldüklerini gördüklerinde büyük üzüntü yaşarlar. Sosyal grup dinamikleri alt üst olur. Vurulan bir anne dehşete kapılıp kaçarken yavrularını ardında bırakır; liderleri öldürülen kuş sürüleri yönlerini bulmakta zorluk çekebilirler. Avcılar silahlarını ateşlediklerinde hedefin sosyal statüsünü çoğu zaman bilmezler; dolayısıyla kurbanlarının aile veya grup üyelerine nasıl bir zarar verdiklerini de bilmezler.

02 Mayıs 2014

Hayvan Deneylerine Kök Hücreler Son Verebilir

Stem Cells Reports’ta yayınlanan yeni bir araştırma raporuna göre insan kök hücreleri deri hücrelerine dönüştürüldükten sonra 3D hücre kültürüyle çoğaltılabiliyor ve bu da hayvanlar üzerinde yapılan deneylerin yerine kullanabilecek yeni bir yöntem daha sunuyor. Biliminsanları şimdiye dek ilaç araştırmaları için yapılan hayvan deneylerine alternatif olarak deri örneklerinden elde edilen hücreler zaten kullanıyorlardı. Ancak tek bir deri örneğinden elde edilen hücre sayısı sınırlıydı. Araştırmacılar bu yeni raporda kök hücre kullanarak insan derisi hücre kültürlerini üretirken uyguladıkları teknik sayesinde kullanılan her bir deri örneğinden çok daha fazla sayıda kültür elde ettiklerini belirtiyorlar.

Bu yeni teknoloji, ilaç ve kozmetik alanlarında insan biyolojisine uygulanabilecek güvenilir metodların öncüsü olabilecek ciddi bir adım olabilir.






AddThis