resim

31 Ağustos 2014

Siyasal Eylemci Angela Davis'in İnsan ve Hayvan Özgürlüğü Arasındaki Bağ Üzerine Görüşleri
















Angela Davis, daha çok ırk, cinsiyet ve sınıf gibi konular hakkında ilerici yaklaşımlarından ötürü gayet iyi bilinen biriyken, türlerle ilgili en az diğer meselelerdeki kadar ufuk açıcı görüşleri pek o kadar bilinmiyor. Bu önemli sosyalist akademisyenin hayvansal ürün tüketmediğini duymak o nedenle kimilerine şaşırtıcı gelecektir.

Davis RadioProject.org'dan ulaşabileceğiniz çevriyazıya göre 27. Siyahi Kadının Güçlendirilişi Konferansı'nda şunları dile getirmiş: “Çoğu zaman vegan olduğumu belirtmezdim ancak bu durum yavaş yavaş değişti. Artık bundan bahsetmenin tam zamanı çünkü veganlık devrimci anlayışın bir parçası –merhamete dayalı ilişki kurma yolları ararken, yalnızca insanlarla değil, bu gezegeni paylaştığımız diğer canlılarla da merhamete dayalı bir ilişki biçimi nasıl geliştirebiliriz sorusunu sormamız ve bunun için de kapitalist endüstriyel forma dayalı gıda üretimine meydan okumamız gerekiyor.”

Bu meydan okumaya hayvan sömürüsüne ilk elden tanık olmanın da dahil olduğunu belirten Davis “Bunun anlamı farkındalık sahibi olmaktır -şehirlerarası arası otomobil sürerken ya da Los Angeles’a giden otobandan geçerken tüm o çiftliklerdeki inekleri görmek demektir. Çoğu insan aslında yedikleri şeyin bir hayvan olduğu üzerine kafa yormaz. Bir biftek veya tavuk eti yediklerinde, bu hayvanların sırf insanlar onları tüketebilsin diye ne büyük acılar çektikleri akıllarının ucundan geçmez.”

Bu körlük ile meta formu arasında bir bağ olduğunu söyleyen Davis şöyle devam ediyor: “Tükettiğimiz gıdalarla eleştirel bir ilişki kuramıyor oluşumuz, dünyayı algılayışımızda meta formuna olan bağımlılığımızın ne denli ileri bir seviyeye geldiğini gösteriyor. Marx’ın gerçek nesnenin mübadele değeri dediği şeyin –bu nesnenin barındırdığı ilişkileri düşünmüyoruz- ve daha da önemlisi ister gıda ya da giysi, ister iPad’lerimiz veya bu tür bir kurumda eğitim vermek için edindiğimiz malzemeler olsun, bu nesnenin üretiminde neyin önem teşkil ettiğinin ötesine geçemiyoruz. Yaşadığımız çevreyi oluşturan tüm nesnelerin ardında, hem insan hem de insan olmayan hayvan ilişkilerini gözümüzde canlandırma alışkanlığı edinmeyi başarabilseydik eğer, bu gerçekten devrimci bir hareket olurdu.”

Davis aşağıda yer alan videoda buna benzer bir vurgu yapıyor



Konuşmanın Türkçesi:
“Bundan çok fazla bahsetmesem de bugün konuşacağım çünkü bu gerçekten çok önemli. Tüm o yediklerimiz çok ama çok büyük bir zulmü maskeliyor. Bu ülkede tavukların endüstriyel olarak korkunç koşullar altında üretildiğini aklımıza bir kez olsun bile getirmeden oturup bir tavuk parçası yiyebiliyor oluşumuz, kapitalizmin ve onun zihinlerimizi nasıl sömürgeleştirdiğinin işaretlerinden biri. Önümüzde metadan öte bir şey göremiyor oluşumuz, gündelik olarak kullandığımız metaların ardındaki ilişkileri anlamayı reddediyor olmamız. İşte yediklerimizle ilişkimiz aynen böyle.”

Davis salondaki izleyicilere “Food, Inc.” adlı filmi izlemelerini öneriyor ve şunu soruyor: “Salt kâr amacıyla üretilen ve çok büyük acılara neden olan bu yemekleri tüketmek nasıl bir şey?”

Davis konuya getirdiği yorumlarını insanlara ve hayvanlara yapılan muameleler arasında açık bir bağ kurarak noktalandırıyor: “Şimdilik şu kadarını belirteyim, bence hiyerarşinin en altında yer alan insanlara davranışımız ile hayvanlara uyguladığımız muamele arasında sıkı bir bağ var. Diğer insanlar üzerinde şiddet uygulayanların yöntemlerine bakarsanız, şiddetin hangi türünden zevk aldıklarını görmek için yöntemlerini sıklıkla hayvanlar üzerinde denemiş kişiler olduklarını göreceksiniz. O nedenle, bu meselenin daha pek çok farklı yönü var.”


Çeviri: veganist


COWSPIRACY: Çevre Örgütleri Bu Belgeseli Görmenizi İstemiyor




COWSPIRACY: The Sustainability Secret çevre üzerine taşları yerinden oynatacak nitelikte uzun metrajlı bir belgesel film. Bugün gezegenimizin karşı karşıya kaldığı en yıkıcı endüstriyi masaya yatıran belgeselin gözüpek yapımcıları, dünyanın önde gelen çevre örgütlerinin bu konu hakkında konuşmaktan neden bu kadar çekindiklerini soruşturuyor.

Aşağıda belgesel filmin yapımcıları Keegan Kuhn ve Kip Andersen ile Vegan Mainstream’den Emma Larocque’un 6 Mayıs 2014’te gerçekleştirdiği bir söyleşinin kısaltılmış çevirisini okuyabilirsiniz.

Vegan Mainstream: Böyle bir film yaparak kendinizi ateşe attığınızı biliyor olmalısınız. Bu riski almaya nasıl karar verdiniz?

Kip Andersen: Bu meselelerin ne denli tartışmalı ve tehlikeli olduğunun ayırdına tam anlamıyla ancak filmin yapım aşamasına geçtikten sonra vardım. Endüstrinin gerçeklerini ifşa eden aktivistlerin yüzleştiği tehdidin boyutları başlı başına korkutucu, fakat beni asıl endişelendiren hükümetin uyguladığı baskılar ve hukuki mücadeleler çünkü bu gezegende gerçekten çok az bir zamanımız kaldı. Kendim için ve kişisel sağlığım için duyduğum kaygılar, kökten bir değişim gerçekleşmediği takdirde bu gezegende yaşayan herkesin başına geleceklerin yanında hiçbir önem ifade etmiyor. Böylesi bir durumda korkularıma yenik düşüp susamazdım.

VM: Çevre konusunda samimi bir hassasiyet gösteren insanlar, fabrika çiftçiliği ve hayvanlara yapılan muamelenin o çok önem verdiklerini söyledikleri biricik şeye etkisini sizce neden görmezden geliyorlar?

Keegan Kuhn: İnsanların hayvan çiftçiliğinin gerçeklerine bakmayı reddetmelerinin sanırım pek çok nedeni var. İlki ve en önemlisi, bu endüstrinin tam manasıyla nasıl bir dehşete yol açtığından toplumumuzda çoğu kişinin hâlâ habersiz olması. Ana akım medyanın fabrika çiftçiliğinden bahsetmek istememesinin nedeni finansal ve siyasal bağlantıları. Hatta alternatif medya bile, bu kez de konuya ilişkin kişisel yaklaşımları nedeniyle, yine eğilmeye yanaşmıyor. Aslında vicdan ve merhamet sahibi olan pek çok kişi, bu meseleyi birçok açıdan oldukça tedirgin edici buluyor ve biraz da bu nedenle yüzleşmekten kaçınıyorlar. Çünkü bu endüstrinin gaddarlıklarıyla yüzleşmek eyleme geçmeyi de gerekli kılıyor ve çoğu insan değişmek istemiyor.

VM: Çekimlerin durdurulmasını engellemek için çeşitli önlemler almanız gerekti ya da tarım endüstrisinin acımasızlığını ifşa etmek istediğiniz için hedef gösterildiniz. Peki tüm bunların üstesinden gelmeyi başarabildiniz mi ve bunu yaparken ne gibi engeller aşmanız gerekti?

KA: Yapım süresince sessizliğimizi hiç bozmadık. Büyük bir web sitesine gitmedik ya da yaptığımız şeye çok fazla dikkat çekmek istemedik. Hakkında doğru düzgün konuşmaya başlamadan önce bu filmi bitmiş hale getirmemiz gerektiğini biliyorduk. Yine de böyle bir film yapmanın yarattığı bazı ihtilafları engellemeyi başaramadık. İşin daha en başında finansal destekçilerimizi kaybettik çünkü bunun tehlikeli ve riskli bir film olacağını anlamışlardı. Bu da filmi tamamen kendi başımıza finanse etmemiz gerektiği anlamına geliyordu.

Indiegogo[1] kampanyanız sayesinde şu ana dek 70.000 doların üstünde bir para topladınız ki başlangıç hedefiniz olan 54.000 dolardan epey fazla bir miktar ve ne kadar da çabuk toplandı! Bu kampanyanın getirdiği sesten biraz bahseder misiniz ve sizce neden bu kadar çok destek gördü?

KK: Tanıtım filmini yayınladığımız andan itibaren aldığımız tepkiler ve kampanyaya olan ilgi inanılmazdı! Filmin pek çok çevrede yankı uyandıracağını biliyorduk aslında ama bu denli yoğun bir destek göreceğimizi hiç düşünmemiştik! İlk hedefimiz olan 54.000 dolara altı günde ulaştık. Biz de bu hedefi 108.000 dolara çekerek filmin çıkışında daha fazla şey yapabileceğimiz düşündük: ondan fazla dilde altyazı ve farklı dillerde dublaj hazırlama ve öğretmenlerin okullarda kullanabileceği ve her yaşa hitap eden 50 dakikalık eğitici bir derleme gibi. Dışarıda sürdürülebilirlik konusuna içten bir ilgi gösteren ve bunun yeteri kadar anlatılmamasından son derece rahatsız olan o kadar fazla insan var ki, aldığımız tepkinin bu denli yoğun olmasının nedeni de bence bu.

VM: Bu filmin yapımı sırasında sizi en çok şaşırtan şey neydi?

KA: Bu filmin yaparken beni en çok şaşırtan hayvancılığın vahşi yaşam üzerinde yarattığı etkiyi öğrenmek oldu diyebilirim. Hükümet, çiftçilerin ve hayvan çiftçiliği lobilerinin istekleri doğrultusunda kamusal arazilerde yaşayan on binlerce vahşi atı sistematik olarak yerinden ediyor çünkü çiftçiler otlakların hem kendi hayvanlarını hem de vahşi atları beslemeye yetmeyeceğini düşünüyor. Hayvancılık endüstrisi salt bununla da kalmıyor ve kurt, dağ aslanı ve koyote gibi iri yırtıcıları avlaması, tuzaklar kurması ve öldürmesi için hükümete baskı yapıyor. Çünkü onlara göre bu hayvanlar işletmeleri için birer tehdit unsuru.

VM: Peki bu filmi tam da şu zamanda önemli kılan nedir?

KK: Artık iklim değişikliği ile çevre kirliliği görmezden gelinemeyecek bir durumda. İnsanlar uyanışa geçti ve ampulleri değiştirmenin ve dişlerinizi fırçalarken musluğu kapamanın yaklaşan ekolojik felaketten bizi kurtaramayacağını anladılar. Haberleri takip eden herkes, yarattığımız çevresel sorunları çözebilmek için çok az bir zamanımız kaldığını açıkça görebilir. Bu durumda hepimizin yapması gereken, son 30 yıldır konuşup durduğumuz “temiz enerji” tartışmalarının bizi nereye getirdiğine bakmak olmalı. O zaman herkes bütünüyle yeni bir tartışma başlatmamız gerektiğini anlayacaktır.

VM: Filminiz tamamlandığında ana akımda yer almasını sağlamak için ne gibi yöntemlere başvuracaksınız?

KA: Biz bu filmin mümkün olduğu kadar çok kişiye ulaşmasını istiyor ve bunu mutlak bir gereklilik olarak görüyoruz. Başta ülke çapında, ardından da uluslararası boyutta bir gösterim turu düzenlemeyi planlıyoruz. Tabii bugün başta belgeseller olmak üzere filmlerin daha çok Netflix ve iTunes gibi ağ üzerinden yayın yapan platformlardan izlendiğini de biliyoruz. Amacımız filmin değerini de gözeterek mümkün olduğu kadar ulaşılabilir kılmak.


     




COWSPIRACY hakkında daha fazla bilgi için bkz.: http://cowspiracy.com/
çeviri: veganist





[1] indiegogo.com çeşitli projelere sermaye oluşturmak için kitle-fonlaması hizmeti veren uluslararası bir sitedir.


22 Ağustos 2014

The Cry of Nature: Art and the Making of Animal Rights’ın yazarı Stephen F. Eisenman ile Söyleşi – Kim Stallwood


Bu kitabı yazmanız için size ilham veren şey neydi?

25 yıl vejetaryendim, yaklaşık beş yıldır da veganım. Ayrıca on yıl kadar önce nispeten yeni bir araştırma alanı olan Hayvan Araştırmaları’yla ilgilenmeye başladım.

Fakat The Cry ofNature’ı asıl 2008 yılında yazmaya karar verdim. Abu Ghraib hapishanesinde çekilen fotoğraflardan oluşan kısa bir kitabım (The Abu Ghraib Effect, 2007) yayınlandıktan sonra, insan hakları ile hayvan hakları meselesinin aslında birbirinden hiçbir farkı olmadığını anladım! Hayvanlar da insanlar gibi hissedebilen, empati sahibi canlılar. Onlar da güzel bir yaşam için sevgi, özgürlük ve dostluğa gereksinim duyuyorlar. Ne var ki krallar, tiranlar, başkanlar onları öteden beri tüm bunlardan mahrum bırakıyorlar ve sıradan insanlar da bunu hep görmezden geldiler. Öte yandan müzelerde gördüğümüz başyapıtlar da genellikle ölü hayvanları ya da et parçalarını sanki doğal bir güzellikmiş gibi gösteriyorlar hep! Ben de şiddetin aslında anormal bir şey olduğunu yeniden göstermek istedim. Diğer yandan şiddeti, insanmerkezciliği ve hissedebilir canlıları birer eşyaya dönüştürmeyi reddetmiş sanatçıların yapıtlarına da ışık tutmak istedim.

Kitabın altbaşlığı “Art and Making of Animal Rights”. Sanatçılar hayvan hakları hareketinin başlamasına nasıl bir katkı sağladılar?

17. yüzyılda Rembrandt beden ve ruh, insan ve hayvan arasındaki Kartezyenci ayrım anlayışını reddetmişti. O, hayvanların ölüyken bile bir ruha sahip olduklarını göstermişti. Aynı şekilde William Hogarth ve George Stubbs da 18. yüzyılda, Fransız Romantik Theodore Gericault da 19. yüzyılda reddetti bunu. 18. yüzyılda modern hayvan hakları hareketini başlatan filozoflar da özellikle Hogarth’tan etkilenmişlerdi. Hogarth olmasaydı, John Oswald ve Joseph Ritson –ki her ikisi de hayvan haklarında birer öncüdür– asla o kitapları yazmış olmazlardı. Bu arada şunu da belirteyim, kitabımın adını da Oswald’ın muhteşem ve sıradışı olmasına karşın pek az okunmuş 1791 tarihli manifestosu The Cry of Nature – or AnAppeal to Mercy and to Justice on Behalf of the Persecuted Animals’tan aldım.

Hogarth’ın hangi yapıtlarıydı etkili olan?

Elbette bir tanesi pug cinsi köpeği Trump’ın portresi! Fakat asıl önemli olanlar The Four Stages of Cruelty başlıklı harika gravürleriydi. Hele baskıların iki tanesinde hayvanların uğradığı zulüm ansiklopedik bir gerçeklikle betimlenmiş ve izleyicinin vicdanını sarsma amacı taşıyor. Ve bunu da başarmış! Hogarth’ın en çok gurur duyduğu yapıtları bunlardı.

                                         William Hogarth, The First Stage of Cruelty, 1751


Pablo Picasso, Chaim Soutine, Francis Bacon, Damien Hirst ve Sue Coe gibi 20. ve 21. yüzyıl sanatçıları hakkındaki görüşleriniz neler? Sizce onlar hayvanları nasıl betimlediler?

Kim, bu gerçekten çok geniş kapsamlı bir soru ve bunun yanıtını da okuyucular ancak kitabı okuyarak öğrenebilirler. Ancak Hirst haricindekilerin türcülüğün acımasız klişelerini şu veya bu şekilde reddettiklerini söyleyebilirim. Coe ise elbette bugün hâlâ etkin olan en önemli ahlaki-sanatçılardan. Kendisi kişinin sanatında hem hünerli (desen, resim, baskı) olup, hem de toplumsal değişim bakımından güçlü bir etki yaratabileceğinin bir kanıtıdır. Coe’nun bir başına veganlaştırdığı insan sayısı, tüm hayvan refahı gruplarınınkinden daha fazladır!

Sue Coe, Go Vegan and nobody gets hurt, ahşap baskı, 2010


Peki şu anki çalışmalarınızın merkezinde de yine hayvan hakları mı var? Eğer öyleyse bundan da biraz bahseder misiniz?

Evet, bu meseleyi ardımda bırakmam söz konusu değil. Şu anda 18. yüzyılın sonlarında ve daha sonrasında Hayvanların Temsili hakkında yazıyorum. Daha önce yaşanmış tüm mücadelelerde ezilen grup kendi özgürlüğü için bizzat savaşmıştır. Hayvanların da farklı olmadıklarını –örneğin Londra’daki Smithfield Pazarı’na getirilenler– ve zulmedenlerin bu durumun gayet bilincinde olduklarını keşfettim. Bu kulağa biraz çılgınca gelebilir ama ben titiz bir akademisyenim ve bunu size kanıtlayabilirim! Smithfield’de Rampant boğaları özgürlükleri için savaşırken öldürüldüler. Koyunlar ise öylesine dokunaklı sesler çıkarıyorlardı ki etraftan destek olmak için bir sürü insan toplanmıştı bir keresinde. Bu yıl İngiltere ve ABD’de katılacağım konferanslarda tam da bu vakalar üzerine görsellerle birlikte konuşmalar yapacağım, o nedenle lütfen gelin ve kendi gözlerinizle görün.

Ama sen de çok iyi biliyorsun ki ilim ve irfan tek başına yeterli değil. Ben de son zamanlarda işin eylem yönüne giderek daha fazla kaymaya başladım. Kanımca her ikisi de birbirini destekler nitelikte ve ben de Northwestern’deki öğrencilerime bunu öğretmeye çalışıyorum. En iyi âlim harekete geçen âlimdir.


         


Kim Stallwood hayvan hakları üzerine yazılar kaleme alan bağımsız bir akademisyendir. Pek çok hayvan hakları örgütünde bilfiil görev alan Stallwood'un 2014'te yayınlanan son kitabının başlığı Growl: Life Lessons, Hard Truths, and Bold Strategies from an Animal Advocate 

çeviri: veganist



01 Ağustos 2014

Gazze'nin Unutulan Kurbanları / Michael Mountain





İntihar bombacısı olarak kullanılan bir eşek ve bir çiftlikte gerçekleşen katliam; İsrail ile Filistin arasında süren gerilimde insan olmayan hayvanların hedefe dönüştüğü örneklerden yalnızca iki tanesi. Savaş insana özgü bir pratik ve diğer hayvanların bütünüyle yabancı oldukları bir olgu. Oysa çıkardığımız tüm savaşlara onları da sürüklemekten çekinmiyoruz –onları ya birer askermişçesine kullanıyor ya da öldürürken ve yuvalarını yok ederken en ufak bir tereddüt dahi etmiyoruz.

Şu anda İsrail ile Gazzeli Filistinliler arasında süren çatışma arasında kalan hayvanlar üzerine pek fazla haber yapılmıyor ancak, bu hafta içinde öne çıkan birkaç öykü var.

Bir tanesini İsraillerin Gazze’nin Şaaf bölgesini bombalamasının ardından bölgeye giden The Daily Telegraph’tan bir muhabirin harap olmuş bir çiftliğe rastlamasıyla öğreniyoruz. Bu çiftlikteki onlarca inek yaralanarak ölürken, geriye kalanlar da ya susuzluktan ya da açlıktan ölmüşler.

Bir diğer haber ise üzerine bomba yerleştirilip İsrailli askerlere doğru ilerlemesi sağlanan bir eşeğin dramı. Durumu fark eden askerler eşeği havaya uçuruyorlar. Resmi bir askeri blog olayı şöyle aktarıyor:

Bir eşek birliğimize doğru şüpheli bir şekilde yaklaşmaya başladı. Birlik eşeğe doğru ilerledi ve güvenli bir mesafeden havaya uçurdu. Vukuat, IDF (İsrail Savunma Kuvvetleri) hiçbir tahribat görmeden sonuçlandırıldı.

Saldırılar sırasında havan topundan saçılan bir şarapnel parçasıyla yaralanmasına karşın sağ kalmayı başaran bir baykuşu ise, Gazze sınırındaki bir kibbutzda veterinerlik okuyan bir genç kurtarmış. Şarapnel baykuşun başına isabet etmiş, gagası kırılmış ve sağ gözü kör olmuş. Aldığımız son bilgiye göre durumu iyiye gidiyor ve belki bir gün tekrar doğal ortamına salınabilecek.

Şimdilerde Gazze’nin tüm sokakları eşekler, atlar ve birçok diğer hayvanın ölü bedenleriyle dolu. Yıkılan binaların altında kaç tane kedi ve köpeğin kaldığını, kaç tane çiftlik hayvanın havaya uçurulduğunu ya da ölüme terk edildiğini hiç kimse bilmiyor. Ateş hattında kalan ya da tankların ezip geçtiği bölgelerde yaban yaşamın aldığı tahribatın ve savaşın diğer canlılar üzerinde yarattığı dehşetin boyutlarını da asla tam olarak öğrenemeyeceğiz.

Ve eğer içinizde “biz” (Ortadoğu gibi bölgelerde yaşayan “onlar”ın aksine) savaştığımız zaman asla böyle davranmayız diyen varsa yalnızca kendini kandırıyordur. Bizler de aynısını, hatta çok daha kötülerini yapıyoruz –Ortadoğu çöllerinde zaten kırılgan olan yaşamı ezip geçen Amerikan savaş makinelerinin kıyımı; derisi ve kimi organları insanla benzerlik gösterdiği için özellikle domuzlar üzerinde dirikesim labarotuvarlarında denenen savaş silahlarımızla.


   Topyekûn savaş: Atlar için hazırlanan bir gaz maskesinin denenmesi (İngiltere)



İngiliz askerler Danimarka'daki eğitimlerinde canlı bir domuz üzerinde atış talimi yapmak için hazırlık yapıyorlar (konu hakkında daha fazla bilgi için PETA: Gizli askeri eğitim tesisi)

Çeviri: veganist
Kısaltılarak çevrilen metnin orijinali için bkz.: http://www.earthintransition.org/2014/07/in-israel-gaza-war-animals-pay-price/



AddThis