Aşağıda, blogunda veganizm ile feminizmin kesiştiği noktalar
dışında pekçok meseleyi ele alan aktivist Ashley Maier’in Angel Flinn ile
yaptığı bir söyleşinin çevirisini sunuyoruz. Veganlık üzerine otuz yıldır eğitici
çalışmalar yapan Gentle World adlı organizasyonun sözcülerinden olan Angel Flinn’in
yazılarına ulaşabileceğiniz adres: http://gentleworld.org/author/angel/
S: Veganizm ile feminizm arasındaki bağlantıyı nasıl
kurdunuz? “İşte bu!” dediğiniz bir an oldu mu?
C: Ben oldukça feminist bir evde büyüdüm, ancak veganizm
veya aktivizm yolculuğuma doğrudan bir etkisi olduğunu söyleyemem. Vegan olma
kararımın arkasında tüm hayvanların (dişi veya erkek) insan tahakkümünden
bağımsız olarak yaşama hakları olduğunun ayırdına varmam ve bu sömürünün hiçbir
biçimde parçası olmak istememem yatıyor. Bu konular üzerine yıllar içinde daha
fazla araştırma yaptıkça ve başkalarını kendi zevklerimiz için kullanma ve
nesneleştirmeye olan merakımızın toplumun her yönüne nasıl sirayet ettiğini gördükçe, veganizmin,
toplumsal baskılardan ileri gelen her tür meseleyle derin bir ilişkisi olduğu gerçeği
benim için daha da belirgin bir hal aldı. Will Tuttle’ın The World Piece Diet kitabını okuduğumda aradaki bağlantı artık çok
açıktı. “Domination of the Feminine” başlıklı bölümde dişi üreme sistemini
sömürmemizin daha geniş çaplı etkilerini mükemmel bir biçimde açıklamış. Hayvan
endüstrisinde elbette tek sömürülenler dişiler değil. Boynuzları kesilen veya
kastrasyona uğrayan her erkek hayvan da eril tahakkümün bir kurbanı aynı
zamanda.
Angel Flinn
S: Makaleniz süt endüstrisinin gerçeklerine dair pek çok
detay içeriyor. Bu uygulamalarla ilgili bilgilere nasıl ulaştınız ve başkalarının
da bu gerçekleri öğrenmesi için neler yapılabilir?
C: Eğer gerçekten bilmek istiyorsanız ortalık bu tür
bilgilerle kaynıyor aslında. Earthlings adlı belgesel hayvan sömürüsünün
neredeyse her yönünü ele almayı başarmış mesela. Ayrıca internetten pek çok
kısa video ve makaleye de ulaşmak mümkün. İnsanların bunları öğrenmesine nasıl
yardım edebiliriz sorusuna gelince, sanırım bizi dinlemeye hazır olan herkese gerçekte
olup bitenleri anlatmaya devam etmemiz gerekiyor; özellikle de çok daha geniş
bir kesime ulaşabildiğiniz interneti kullanarak.
S: Bir önceki soruya da bağlı olarak, süt endüstrisinin
gerçeklerini öğrenmek başka bir şey, feminist bir bağlantı kurmak başka. Bu
bağlantının daha iyi anlaşılmasını sağlamak için neler yapılabilir?
C: Yapmamız gereken diğer tüm tahakküm biçimleri ile
hayvanlar üzerinde kurulan tahakküm arasındaki bağlantıya dikkat çekmeye devam
etmek. Gentle World’un kurucularından birinin bu konuya dair kaleme aldığı,
başta Occupy Humanity olmak üzere birkaç tane şahane makalesi var. Öte yandan kendilerini
feminist (veya anne) olarak tanımlamasalar bile bence özellikle tüm kadınlar
için aydınlatıcı ve yalnızca dişilere özgü bir deneyimle ilgili son derece ilginç
pek çok eğitici malzemeye de ulaşmak mümkün. Örneğin Mother’s Milk’e Peaceful Prairie
Pamphlet, Milk Comes from a Grieving
Mother’dan bazı bölümler ekledim. Peaceful
Prairie ayrıca Letter From a Vegan World adında harika bir makale de yayınladı. Bunlar örgütlü aktivistlerin her
yerde basıp dağıtabilecekleri mükemmel kaynaklar. İkiz doğurduktan sonra yavrularından
birini çiftçiden saklamaya çalışan bir ineğin oldukça şaşırtıcı bir öyküsü var
mesela. Ne yazık ki memelerinin birkaçından süt gelmemesinden şüphelenen çiftçi durumu
fark ediyor ve sonunda saklamaya çalıştığı bebeği öldürülüyor.
S: Makalenizi Facebook’ta paylaştığımda kendi kendime şunları sordum: “Yediklerini seçme şansına sahip feminist meslektaşlarım ve
arkadaşlarımın neden süt ürünleri tüketmeye devam ettiklerini anlamakta zorlanıyorum.
Bunun nedeni üretimiyle ilgili gerçekleri bilmiyor olmak mı? Biliyorlar fakat
yalnızca umurlarında mı değil? Süt üretimiyle ilgili olgulara inanmıyorlar mı?”
Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
C: Bu da o en zor sorulardan biri değil mi zaten? Ben de
vegan olmayanlar, çevreciler, tehlike altında olan veya evcil hayvanları
korumak için çalışanlar, farklı toplumsal adalet alanlarıyla ilgilenenler ve diğer
davalarla ilgili son derece açık görüşlü olan fakat hayvan haklarına dair
gerçekleri görmezden gelen herkesle ilgili sık sık aynı şeyleri düşünüyorum. Veganlığın
ahlaki açıdan doğruluğu aşikâr olmasına karşın, insanların bu bağlantıları
kurması ve vegan olmaya karar vermesi oldukça nadir gerçekleşen bir şey ki
bugün bunu yapmak çok daha kolay olmasına rağmen. Ne var ki veganlığı diğer
toplumsal davalardan ayıran en önemli özelliği, bu yolu benimseyecek kişinin
gündelik yaşamında oldukça ciddi değişiklikler yapma zorunluluğu getirmesi.
Benim görebildiğim kadarıyla çoğu toplumsal davanın savunucusu olmak için bu
seviyede bir kişisel adanmışlık gerekmiyor. Fakat işin aslı şu: Şiddetsizlik
idealini bir kez içselleştirip buna bağlı kaldığınızda, bir vegan olarak
yaşamak yalnızca asli bir gereklilik olmaktan çıkıp artık en doğal şey haline
geliyor.
S: Bu konuları feministlerle konuşurken ne tür bir dirençle
karşılaşıyorsunuz? Ve bu dirençle başa çıkmak için bulabildiğiniz iyi bir
yöntem var mı?
C: Artık bloguma
gelen olumsuz yorumları okumuyorum çünkü içimdeki aktivizm enerjisini tüketmeye
başladıklarını fark ettim. Meraklı ve açık fikirli insanlarla etkileşime
geçmeyi seviyorum ancak sürekli karşı çıkanlarla uğraşmaktan keyif aldığımı
söyleyemem. Sanırım hiç kimseyi bir anda ikna etmek diye bir şey olmadığını
hatırlamakta fayda var. Bazen de karşınızda tam bir negatiflikle örülmüş bir
duvar olduğunu düşünürken, aslında bu duvarın ardında size kulak veren ve belki
de yeni bir bakış açısı geliştirmeye hazır olan insanlar da olabiliyor.
S: Son olarak neler söylemek istersiniz?
C: Bence veganizme direnç gösteren feministler kendi
içlerine bakmalı ve şu soruyu sormalı: Dişi bir inek/tavuk (veya herhangi bir
hayvan) ile dişi bir insan arasında ahlaki açıdan herhangi temel bir fark var
mı? Ben genellikle insanlara kafalarında şöyle bir durum canlandırmalarını
öneriyorum: Diyelim ki dünyada bizi de bu şekilde sömürmek isteyen, bizden çok
daha güçlü bir tür var ve bu diğer tür de sütümüzü ve yumurtalarımızı
kullanabilmek için bizi üremeye zorluyor veya çocuklarımızı elimizden alıp
onları yemek için öldürüyor. Ben de onlara bu durumda ne hissederdiniz diye
soruyorum. Esaret içinde üremeye zorlanmak, bebeklerimizin elimizden alınması,
bir makineyle sağılmak (ya da elle) ve en nihayetinde bir başkası bizi
yiyebilsin diye öldürülmek nasıl bir duygu? Kız çocuklarımızın da aynı yaşama
ve köleliğe mahkûm olmaları nasıl bir his? Ya erkek çocukların henüz bir
bebekken etleri için satılmaları ve peynir yapmak için mide zarlarının
kullanılması nasıl bir his? Eğer bedenlerimiz bir başkasının malı olsaydı ve
üreme organlarımıza biteviye yapılan saldırılar karşısında savunmasız ve çaresiz olsaydık
ne hissederdik?
Kadınlar diğer dişi hayvanların en temel haklarına saygı
göstermezken, toplumun onların haklarına saygı göstermesini nasıl
bekleyebiliriz? Şunu da rahatlıkla söyleyebilirim: Bu salt feminizmin birçok meselesinden biri değil, bu, feminizmin en önemli meselesidir.