resim

29 Eylül 2014

Veganizm Olarak Komünizm / Yazar: Percy Gauguin




Veganizm ve komünizmin her ikisi de, zulüm ve baskıdan kurtuluşu hedefleyen, tahakküm ilişkilerini yıkıp aşarak özgür bir dünya yaratma amacı güden hareketler. Öte yandan komünizmin gelişimi, her ne kadar çakıştıkları noktalar giderek daha belirgin bir hale gelse de, veganizmden çok daha farklı bir hat üzerinden ilerlemiştir. Veganizm — görünürde—  yönetici sınıfın bir aydınlanma sonucunda kölelerinin zincirlerini kırması gibi algılanıyor. Oysa bu hakikatten çok uzak. Hayvan özgürlüğü olarak veganizm, hayvanların hayvan değil, ama kardeş canlılar ve daha kökten yaklaşımıyla da kardeş kişiler olduklarının tanınması anlamına gelir. Gezegendeki bu engin yaşam denizinde insanlık ile hayvanlar âleminin geri kalanı arasında beslenmeye dayalı olmayan bağ, sanılandan çok daha fazla. Bu da komünist düşüncede, farklı bir mesele üzerine odaklanılması dışında, kolaylıkla kabul edilebilecek bir hakikat bir yandan da. Karşılıklı yardımlaşma ve işbirliği ilişkileri aslında her daim sömürü ve tahakküm ilişkilerinden daha fazla olmuştur; ne var ki ikincisinin egemenliği giderek artmaktadır. İşte işbirliği vasıtasıyla ortaya konmaya çalışılan bu baskılanmış hakikati gölgeleyen de, zaman içinde daha da sürekli bir hale gelen bu tür yıkıcı ilişki biçimleridir. Sosyal canlılar olarak varlığımızın temelleri karşısında duran iktidarın şiddeti, kendimizle kurduğumuz ilişkiyi de tahrif etmiştir. Daha da önemlisi bu şiddet, yarattığı dışlayıcı ötekilik üzerinden, kendimizi nasıl tanımladığımızı da belirlemiştir.

Veganizm, komünizmin zorunlu bir tamamlayıcısı olarak kabul edilmiyor; çünkü, pek çok komünist, hayvan madunluğunu hiyerarşik medeniyeti ayakta tutan şeylerden biri olarak görmüyor. İnsanın evrimi bağlamında Darwinciliğin hayvanlara biçtiği rol besin sağlamaktır; dolayısıyla hayvan tüketimini sorguladığınızda, bizzat doğayı sorgulamış olursunuz. Oysa köleliği ve dehşeti üreten devasa araziler ve fabrikalara “evrilmiş” bir dünyada bizden önce gelen hemen her şeyi sorgulamak gayet yerinde bir hareket. Şayet bu gezegen gelecekte özgür olacaksa, o gün geldiğinde eski haline pek benzememesi gerektiği bir gerçek. Çünkü taşları yerinden oynatmayan, her şeyi alt üst etmeyen bir devrim tahayyül etmek zor, hatta tutucu bir tavır olurdu.

Benzer bir tutumla komünizm, veganizmin mantıklı bir uzantısı olarak görülmüyor; ki tüm yaşam biçimlerinin eşit olduğuna dair kökten ve zoraki varsayımlardan hareket eden  veganizm de, piyasaların metalaştıran gücüne kolaylıkla teslim olup tüketimciliğe kapılabiliyor. Sıradan bir vegan hayvanlara acı çektirilmesine karşıdır; ancak, kullandığımız pek çok malın üretiminde mevcut olan insan acısını vegan pratik, kapitalist ideolojinin maskelemesinin de etkisiyle görmezden geliyor. Oysa besin sisteminin kendi içinde büyük oranda ucuz işgücü sömürüsüne dayandığı gayet açık. Bu bağlamda canlıların acı çekmesinden salt ziraat değil, tüm endüstriler fayda sağlıyor. Ve yaşamı biteviye parçalayan ve örseleyen de tüketimimizden ziyade bu sisteme katılıyor oluşumuz.

Bu iki özgürleşme hareketi aynı noktada birleşiyor birleşmesine ancak kapitalizmin manipülatif güçleri onların ayrılmaz bir bütün haline gelip kaynaşmalarına sürekli engel oluyor. Kapitalizmin daha samimi savunucuları bu ideolojiyi bireyler arasındaki büyük kapasite farklılıklarını öne sürerek meşrulaştırıyorlar –temizlikçi kadın temizlikçi kadın olmak zorunda çünkü elinden gelen tek şey bu. Ne yazık ki komünist ve anarşist etoburlar da hayvan tüketimini benzer bir biçimde meşrulaştırıyorlar –inekler besin olmalı çünkü başka bir şey olmaları mümkün değil. Oysa canlı yaşamı söz konusu olduğunda daha düşük bir potansiyele sahip olmak, daha yüksek bir potansiyele sahip bir başka sınıfa tabi olmayı meşrulaştıramaz –ilkinde servetin eşit paylaşımı söz konusuyken ikincisinde yaşamın özgürce deneyimlenmesi var. Bunu meşru kılabilmenin de tek yolu var, o da şiddet. Hakikat şu ki, tüm hayvanlar bilinç sahibidir ve buna bağlı olarak zevk ve acıyı deneyimleyebilirler. Öte yandan herhangi birine sırf daha az gelişmiş olduğu için boyun eğdirmek hiç kuşkusuz bir tahakküm pratiğidir.

Veganizmle çakıştığı noktada artık komünizm; proletaryacı demokrasi, üretimde kolektif mülkiyet, ücret sisteminin lağvedilmesi vb. gibi Marksist kavramlar çerçevesinde düşünülemez; çünkü bunlar yalnızca insanları ilgilendiren kavramlar. Burada aslolan birbirlerinden farklılarmış gibi gösterilen bu iki özgürleşme hareketini birleştiren eşitlikçi, sömürüye dayanmayan ve işbirlikçi bir üretim ilkesi. Komünizm de veganizm de temel olarak yaşamı savunur; ve her ikisini de yolundan saptıran tüm o ideolojik perdelemelere karşın, en nihayetinde aynı yönde buluşacaklardır. Yaşamdan ancak daha güçlü ve bütünü kucaklayan bir armoni içindeyken keyif almaya başlayabiliriz. Kişi, tüm yaşam biçimlerini karşılıklılığa dayalı bir komünün üyesi olarak onurlandırdığında ve tanıdığında, hem vegan hem de komünist olmuş olur.





çeviri: veganist
kaynak: http://speciesandclass.com/2014/08/23/communism-as-veganism/
yazar: Percy Gauguin
illüstrasyonlar: Sue Coe

27 Eylül 2014

Kullandığınız Yağ Kirli mi? Palm Yağı Endüstrisinin Çevreye Etkileri / Yazar: Zion Lights



Borneo dünyanın en büyük üçüncü adası ve kırk yıl öncesine kadar da yoğun ormanlarla kaplıydı. Siz bu satırları okurken bile oduncular Borneo’nun yağmur ormanlarındaki ağaçları hektar hektar kesmeye devam ediyorlar. Kestikleri ağaçların gövdelerini yakıyor ve bunun sonucunda atmosfere devasa boyutlarda sera gazı salınmasına neden oluyorlar. Daha sonra temizledikleri alanları palm yağı plantasyonlarına dönüştürüyorlar. Meyve ve çekirdeklerden elde ettikleri yağı, deterjan, çikolata ya da sabun gibi akla gelebilecek her çeşit ticari üründe kullanan dev şirketlere satıyorlar. İlk bakışta karşımızda sıradan bir ekonomik teşebbüs varmış gibi duruyor. Peki o halde palm yağını “kirli” yapan şey tam olarak ne?

Çevreye etkisi

Borneo’daki yağmur ormanlarında ağaçlar yok edilirken, bir yandan da doğal bataklık kömürü alanları da kurutuluyor ve daha sonra burada yapılan kazılar, atmosfere yüksek miktarlarda karbon salınmasına neden oluyor. Greenpeace’in Borneo’daki palm yağı endüstrisiyle ilgili hazırladığı Cooking the Climate başlıklı detaylı rapora göre, Güney-Doğu Asya’nın bataklık kömürü ormanlarının yakılması esnasında atmosfere salınan sera gazı miktarı 1.8 milyar ton. İstatistiksel açıdan bakıldığında bu gazlar, gezegenin yalnızca % 0.1’lik bir alanından, küresel ölçekte iklim değişikliğine yol açan salınımın % 4’üne karşılık geliyor. İşte bu ormansızlaştırılmış alanların da büyük bir bölümü palm yağı plantasyonları için kullanılıyor.


 


Ek olarak, tarım alanları açmak için devasa miktarlarda ağacın kesilmesi, yağmur ormanlarının nadide ve egzotik flora ve faunasını da yok ettiği için ekosistem de büyük zarar görüyor. Yalnızca tek bir plantasyon bile yağmur ormanlarındaki doğal biyoçeşitliliği kaybetmemiz için yeterli. Batılı çevrecilerin öteden beri mücadele ettikleri tek tip tarım kültürü uygulamaları sonucunda, uçsuz bucaksız alanlarda yalnızca tek tip tarım ürünleri bulabilen canlı türleri bu duruma uyum sağlamayı başaramadıkları için ya yerlerinden oluyor ya da yok oluyorlar. Yağmur ormanlarının var olduğu ilk günden beri birarada yaşayan canlı türlerinin, çevrenin ve habitatın ortadan kalkmasının ve palm yağı çiftçiliğinin verdiği zararların telafisi pek mümkün değil. Dünya Doğayı Koruma Vakfı’ndan (WWF) Junaida Payne’nin sözleriyle, bu tarz bir tarım tipinin yağmur ormanlarına taşınması “biyolojik çöller” oluşmasına neden oluyor.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) bir raporuna göre, Endonezya’da palm yağı için şimdiye dek sürdürülen ormansızlaştırma ve hâlâ devam eden yasadışı ağaç kesimi, 2022 yılına gelindiğinde ülkenin yağmur ormanlarının tamamen yok olacağına işaret ediyor.

Hayvanlara etkisi

Palm yağı endüstrisinin verdiği zararlarla ilgili en hararetli tartışmalardan biri de, nesli tükenme tehlikesi altında olan hayvanlar. Orangutan, Asya fili, Sumatra gergedanı ve Sumatra kaplanı, nesli tükenme tehlikesi altında olan canlı türlerinden yalnızca birkaç tanesi. Borneo ve Sumatra’daki yağmur ormanları orangutanların doğal yaşam alanları ve başka bir yerde hayatta kalmaları mümkün değil. ABD Büyük İnsansı Maymunlar Vakfı’nın (US Great Ape Trust) açıklamasına göre “Şayet olağanüstü önlemler alınmazsa, bu durum ilk büyük-insansı maymun tür tükenmesine dönüşebilir.”




İnsanlara etkisi

Palm yağı endüstrisiyle el ele giden büyük ölçekli ormansızlaştırma, yerli halkların da yerinden olmasına neden oluyor. Öteden beri yaşadıkları topraklarını ve yağmur ormanlarıyla olan ender ve sembiyotik ilişkilerini kaybediyorlar. Palm yağı plantasyonlarına yer açmak için bu bölgelerden zorla çıkarılan yerli topluluklar, başta yapılan ağaç kesiminin zaten yasadışı olması nedeniyle mücadele etme şansı da bulamıyorlar.



Peki bu durumun failleri kimler?

2010 yılında toplam palm yağı üretiminin % 3’ünü satın alan Unilever bu bağlamda başı çekmekte. Bu çevre düşmanı endüstriye yatırım yapan diğer büyük gıda şirketleri ise şunlar: Kraft ve General Mills, HSBC, ziraat devi Cargill ve gıda üreticisi Nestle. Endonezya’daki bataklık kömürü alanlarında palm yağı plantasyonlarına dönüştürenlerin başında gelenlerlerden bazıları ise Gilette, Burger King ve McCain. 

Palm yağı endüstrisine devasa yatırımlarda bulunan başka popüler markalar da var elbette. Kellogg’s gevrekleri, Hovis ekmekleri, Cadbury’s çikolataları, Flora margarini, Persil deterjanı ya da Premier Foods’a ait herhangi bir ürün satın aldığınızda, yağmur ormanları ve bu bölgelerde yaşayan tüm canlıların zarar görmesine katkıda bulunmuş oluyorsunuz çünkü bu markalara ait pek çok ürünün içeriğinde palm yağı olduğu belirtilmiyor. Yalnızca “bitkisel yağ” yazmaları yeterli. Örneğin, Avustaralya vatandaşları içeriğinde palm yağı kullanılan ürünlerde üreticilerin bunu belirtmesi için hükümetlerine baskı yapıyorlar. Tek tek ürünlere baktığınızda kullanılan miktar küçük gibi görünse de, hepsini biraraya getidiğinizde yağmur ormanlarına, buradaki habitata ve canlı türlerine verdiği zararlar korkunç boyutlara ulaşıyor.

Palm yağı çok yakın bir zamana kadar akaryakıta da katılıyordu (AB Biyoyakıt Yönetmeliği uyarınca). Ne var ki çok sayıda belli başlı çevre örgütünün yaptığı uyarılar sonucunda bu yönetmelik askıya alındı. İşte bu endüstrinin zararlı etkileri gayet açık ve net aslında.

Peki ne yapabiliriz?

Bilgiyi yayın. Bu metni paylaşın. Arkadaşlarınıza anlatın. Ailenizle yaptığınız sohbetlerde konuyu buna getirin. Palm yağı meselesine medyanın ilgisi yok değil ancak tüketicilerin büyük bir bölümü bu endüstrinin gezegen üzerinde yarattığı tahribatın boyutlarından hâlâ habersiz. Eğer işler böyle gitmeye devam ederse Borneo’da yağmur ormanları diye bir şey kalmayacak.

Tüm palm yağı ürünlerini boykot edin. Kirli şirketlerden kurtulun. Palm yağı meselesinde aslolan tüketicinin gücüdür. Bu listeyi kullanarak palm yağına alternatif ürünlere ulaşabilirsiniz (not: listede yer alan ürünlerin tümü vegandır).

Üreticilere baskı yapın. Ya sürdürülebilir palm yağı kullanmalarını ya da hiç kullanmamalarını talep edin. Şirketlere yazın, yerel kampanyalar başlatın, doğrudan eylemler düzenleyin. İnternet üzerinden başlatılmış imza kampanyalarına destek verin (örneğin buradan ve buradan başlayabilirsiniz).

Eğer üretici konumundaysanız ya sürdürülebilir kaynaklara yönelin ya da palm yağı kullanmayın. Halihazırda etik bir manifesto güden yerel şirketlerin müşterilerinden gelen bu tür taleplere uyum sağlama olasılığı daha yüksek. Britanyalı kozmetik firması Lush palm yağı kullanmayı tamamen bıraktı ve onun yerine ürünlerinde hindistan cevizi yağı kullanmaya başladı.

Hükümetlere içeriğinde palm yağı olan ürünlerde bunun belirtilmesi şartını getiren yasalar hazırlamaları için baskı yapın. Yerel temsilcilere yazarak ürün içeriklerindeki belirsizliklerle ilgili ne yaptıklarını sorun. İmza kampanyaları başlatın. Destek toplayın. Bu konuda sesinizi çıkarın.

Borneo’daki iyileştirme projelerine destek olun: Örneğin Borneo Orangutan Survival (BOS) Foundation. Bu vakfın yeniden ormanlaştırma projelerinden biri sayesinde 2000 hektarlık atıl bir alan yalnızca birkaç yıl içinde hızla gelişen bir ormanlık alana dönüştürüldü. Ufak da olsa bağışta bulunun. Ya da bağış toplamak ve davalarıyla ilgili farkındalık yaratmak için bir etkinlik düzenleyin.

Ve pek çok başka şey. Palm yağı endüstrisinin yağmur ormanlarına onlarca yıldır biteviye verdiği zararları telafi edebilmek çok büyük bir iş. Yukarıda sıralananlar ise yalnızca bir başlangıç olabilir. Talepler arasında olmazsa olmaz diğer şeyler ise, kalan bataklık kömürü ormanlarının korunması, yerlerinden edilmiş yerli halkların ve hayvanların doğal yaşam alanlarına dönmelerine destek olunması ve bu çevresel yıkıma neden olan yozlaşmaya bir son verilmesi olmalı ki bu yozlaşmalardan biri de Borneo yağmur ormanlarında süren yasadışı ağaç kesimi. Peki siz ne yapacaksınız?


Çeviri: veganist
Kaynak: http://www.onegreenplanet.org/animalsandnature/are-you-eating-dirty-oil-the-environmental-impacts-of-the-palm-oil-industry/

Yazar hakkında: Serbest gazeteci Zion Lights, aynı zamanda permakültür ve organik yetiştirme yöntemleriyle besinlerini kendisi yetiştiren bir Kent Çiftçisi. Vegan ailesi ve kurtardığı hayvanlarla birlikte West Country’de yaşıyor. The Huffington Post için de yazılar kaleme alan Zion’un kişisel web sitesine şuradan ulaşabilirsiniz: ZionLights.co.uk






AddThis